Hazreti Muaviye ile Yezid aynı kefeye konulamaz.
Bir Siyasînin Hazreti Muaviye Yanlışı…
Bu yazı bir ay önce yazılacaktı. Başka meseleler öne geçti o
yazı bugüne kaldı.
Türkiye’deki Aşûre gösterileri vesilesiyle ben de bir şeyler
söylemeliyim diye düşünen Sayın Baykal, bu konuda da yanlışa düşmekten kurtulamamış,
Peygamberimiz’in sevgili torunu Hasreti Hüseyin efendimizin şehid edildiği
Kerbelâ hadisesi ile alâkalı olarak, “Ne yazık ki Muâviyeler bitmedi, Ne yazık
ki Yezidler bitmedi” demişti.
Bu sözleriyle hiçbir kitaba
bakmadan, dilden dolma yanlış yamalak bilgilerle, Hazreti Hüseyin’i şehid eden
odur zannederek Hazreti Muâviye’nin aleyhinde konuşanlara o da katıldı. Aynen
şu fıkrada olduğu gibi:
Köroğlu zamanında, herkes
“Gözün kör olsun Köroğlu” dermiş. Bunları duyup duran yaşlı bir nine birgün hem
yolda gidiyor hem de “Gözün kör olsun Köroğlu” diye söyleniyormuş. Yolda giden
bir atlı bunu duymuş. Aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:
-Nine sen Köroğlu’nu tanır
mısın?
- Hayır evladım tanımam.
- Peki Köroğlu sana bir
kötülük yaptı mı?
- Hayır yapmadı.
- Peki Köroğlu’na niçin beddua ediyorsun?
-Ne bileyim evladım; herkes öyle söylüyor ben de söylüyorum
işte…
Meğer o atlı Köroğlu’nun kendisiymiş…
Sayın Baykal’ın hali de böyle işte. Kerbelâ hadisesi
vesilesiyle bazılarının Hazreti Muâviye’nin aleyhindeki konuşmalarını duymuş o
da konuşuyor işte…
Diğerleri de Sayın Baykal da şunu bilmeliler: Kerbelâ
hadisesi olduğunda Hazreti Muâviye hayatta değildi. O hadise Yezid
zamanındadır. Onun için kitaplarda Kerbelâ’nın mes’ûliyeti Yezid’e yıkılır.
Bunun için bazı İslam âlimleri Yezid’e lânet ederken bazıları da, “Yezid’in
ölmeden tevbe edip etmediği bilinmediği ve bir kişiye lânet ibâdet olmadığı
için” lanet etmekten geri durmuşlardır.
Hazreti Muâviye hakkında tereddüt edenler, bunun cevabını
Eyüb Sultan hazretlerinden de alabilirler. Şöyle ki:
Peygamberimiz’in övgüsüne mazhar olabilmek düşüncesiyle,
İstanbul’un fethi için ilk İslam ordusu Hazreti Muâviye zamanında
gönderilmiştir. Üstelik bu ordunun kumandanı Yezid idi. Hepimizin bildiği Eyüb
Sultan hazretleri, bu orduya bir nefer olarak katılmış ve bu sefere katılmış
İstanbul’da şehid olmuştu.
Eyüb Sultan hazretleri acaba Hazreti Muâviye’yi bizim kadar
da mı tanımıyordu?
Elbette tanıyordu ve bile bile onun ordusunda bir nefer
olmayı kabul etmişti.
Şimdi bazıları, “Evet o orduya katılmıştı ama şu düşünceyle
bu düşünceyle katılmıştı” gibi tevillere gideceklerdir. Onlara verilecek en
kısa cevap şu sorudur:
Eyüb Sultan hazretlerinin yerinde siz olsaydınız, o hangi
düşünceyle o orduya katıldıysa siz de aynı düşünceyle Hazreti Muâviye’nin
gönderdiği orduya katılır mıydınız?
“Evet” derlerse mesele yok. “Hayır” derlerse o zaman onlara
şöyle demek hakkımız olur:
Siz Eyüb Sultan Hazretlerinden daha mı iyi
biliyorsunuz?
Ehl-i sünnet ile Şîa arasındaki kalın çizgilerden birisi de
Hazreti Muâviye meselesidir. Ehl-i sünnet inancına göre, “Hazreti Ali ile
Hazreti Muâviye arasında geçen hadiseler ictihad farkından idi. Doğru olan
Hazreti Ali’nin ictihadı idi. İctihadda hata eden suçlanmayacağı için, Hazreti
Muâviye de suçlanmaz. Her ikisi de muhterem ve mübârektir.”
Hazreti Ali efendimiz derece itibariyle bu ümmetin ilk dördü
içindedir. Hazreti Muâviye ise vahiy kâtipliğine getirilecek kadar bir itimada
sahipti. Peygamberimiz ona Allah’dan gelen âyetleri yazma vazifesi vermiştir.
Bugün, bilmeden onun aleyhinde konuşanlar, onun kayda geçtiği Kur’an âyetlerini
okuduklarını düşünmelidirler.
Eski Diyanet İşleri Başkanımız Ömer Nasuhi Bilmen, bugün eşi
olmayan bir âlimdi. Onun Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılâhâtı Fıkhıyye Kâmusu isimli
muhalled eserinin 1, cild 429. sahifesinde Hazreti Muâviye hakkında şu bilgiler
var:
“Muâviye radıyallâü anh, ashab-ı kiramdan ve Resulüllah’ın
vahiy katiplerindendir. Peygamberimiz’in hanımı ve mü’minlerin annesi olan
Hazreti Habîbe radayallâhü anhânın kardeşi olup kendisine “Mü’minlerin dayısı”
ünvanı verilmiştir.
Hazreti Ebûbekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman’ın
(radıyallâhü anhüm) halifelikleri zamanında Şam valiliği yaptı. Daha sonra,
aralarında yapılan bir anlaşmayla Hazreti Hasan radıyallâhü anh tarafından
hilafet kendisine bırakıldı. Şam’da 20 sene kadar hilafette bulundu.
Hazreti Muâviye son derece zeki, yumuşak huylu, güzel
konuşma kabiliyetine sahip, İslam fıkhına/hukukuna hâkim ve cömertliğiyle
meşhur bir zattı.
İslam hâkimiyetinin doğuya-batıya yayılması için pek çok
hizmetlerde bulundu.
Peygamberimiz’den 163 hadis rivâyet etmiştir.
Ebü’d-Derdâ, Cerir ibni Abdillah, Numan ibni Beşir, Ebû
Saîdil Hudrî, Sâib ibni Yezid, Ebû Ümâme ibni Sehl, aşere-i mübeşşereden
Hazreti Zübeyr’in oğlu İbni Zübeyr, Peygamberimiz’in amcasının oğlu İbni Abbas
ve Hazreti Ömer’in oğlu İbni Ömer gibi seçkin zatlar, Hazreti Muâviye’den hadis
rivâyet etmişlerdir.
Peygamberimiz sallallâhü aleyhi ve sellem, Hazreti Muâviye
için, “Allahım! Onu doğru yolda eyle ve doğru yola yönlendirici eyle” diye dua
etmiştir.
İbni Abbas hazretlerine, Hazreti Muâviye’nin vitir namazıyla
ilgili ictihadı sorulmuş, o da, “Muâviye’nin söylediği doğrudur. O fakihtir”
buyurmuştur. Hazreti Muâviye’nin fıkıhtaki dirâyeti ve üstünlüğü zaten kabul
edilmektedir.
Hazreti Muâviye Hicrî 60 tarihinde Şam’da vefat
etmiştir.”
Bir köşe yazısına ancak bu kadarını sığdırabildim. Hazreti
Muâviye meselesini güvenilir bir kitaptan daha geniş öğrenmek isteyenler, Ömer
Nasuhi Bilmen’in Ashab-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları isimli
eserini okumalıdırlar.
| Ali Eren - 27/1/2010
Yorumlar
Yorum Gönder