Osmanlı’da düşük profilli sadrazam yoktu.
Bütün Osmanlı tarihi boyunca
sadrazamı arzu ettiği çalışma arkadaşlarından ısrarla mahrum bırakan veya arzu
etmediklerini onun yanı başına koyan bir hükümdara pek rastlanmaz. 'Vekil-i
Mutlak'ın bir tür özerkliği vardır ve ona saygı göstermek padişahın da kendi
devlet anlayışına uygun bir hareket ve ananeye sadakat demektir.
Osmanlı başvezirleri ile Türkiye
Cumhuriyeti’nin başvekilleri hiç şüphesiz ki kurum olarak birbirinin devamıdır.
Hatta bilindiği gibi, Ahmet Vefik Paşa’nın unvanı ‘Sadrazam’ veya ‘Başvezir’
değil, ‘Başvekil’ idi. Bu kısa uygulamadan sonra tekrar ‘Sadrazam’ ismine
dönüldü. Osmanlı sadrazamlarını, biz kolaylıkla kellesini kaybeden adamlar
olarak hatırlarız ama Padişah’ın mührünün bir eşini (tatbik mührünü) taşıyan bu
üst görevlinin, Padişah’ın ‘Vekil-i Mutlak’ı olduğunu da hemen akla
getirmeliyiz. Osmanlı sadrazamı, padişah mührünü alınca, koynundan pek
çıkarmazdı. İsteği hilafına bir tek Zenta Bozgunu’nda suda boğularak şehit
düşen Elmas Mehmet Paşa’nın koynundaki mühür düşmanın eline geçmiştir.
Sadrazama bağlı ‘nişancı’ dahi padişah adına nişan ve tuğra çektiği halde
görevini padişaha bağlı olarak yapmaktan çok sadrazamın emrindeydi. Sadrazamlar
kaleler fetheder, padişaha fethi haber verirdi. Hele sefere çıktığı zaman ‘Serdar-ı
Ekrem’ olarak resmen bir ‘Roma Diktatör Konsülü’ gibiydi.
PADİŞAH EMRİYLE ÖLÜM
Bir sadrazam elbette ki padişahın
emriyle tayin ve azil edilirdi; birtakım işlemleri tabii ki onunla görüşerek
yerine getirirdi. Hiç de az olmayan sayıda sadrazam, ilki Çandarlı Halil
Paşa olmak üzere, padişahın emriyle katledilmiştir. Çandarlı’nın katline
kadar Osmanlı vezirleri adeta bir aile hâkimiyeti halinde padişahın mutlak
vekilliğini yerine getirdiler. Fatih Sultan Mehmet’ten beri bu eğilim
şiddetle ve kanla sonlandırıldı. Tek istisna, çocuk padişah IV. Mehmet devrinde
‘saltanat naibesi’ olan Valide Terhan Sultan tarafından bu mevkie
tayin edilen Köprülü Mehmet Paşa’nın bundan sonra çocukları Fazıl
Ahmet Paşa ve Fazıl Mustafa Paşa, damadı Merzifonlu Kara Mustafa
Paşa’nın ve kuzenleri Amcazade Hüseyin Paşa’nın bu görevi
yürütmesidir. II. MustafaDevri’nde bu gibi bir sadaret hanedanı kurma
projesi, Edirne vakasıyla kanlı bir şekilde sona erdi;Nevşehirli Damat İbrahim
Paşa’nın böyle bir uygulamaya geçmesi de Patrona Halil İsyanı ile bitti.
YALAN BAŞLICA NEDEN
Bu kadar güçlü bir devlet
görevlisinin padişah emriyle, hatta fetva bile alınmadan siyaseten katlinin
sebebi nedir? Fatih, emirlerine karşı geleni değil, sormadan iş yapanları
katlettirdi. Çandarlı Halil’in, Mahmut Paşa’nın (Veli) ve Rum
Mehmet Paşa’nın akıbeti budur. Yalan, bir başvezirin katli için başlıca
nedendir. Padişahtan sorunları gizleyen, çözüm üretemeyişini saklayan veya
tayinlerinde rüşvetten çok bir hâkimiyet merkezi yaratmaya çalışanın işi
bitirilir. Eğer padişah, IV. Murat’ın çocukluk dönemindeki gibi
iktidara sahip değilse, bu gibi vezir zorbalıkları ayyuka çıkar. Ama aynı
padişahın, rüştüne erdikten sonra nasıl kudret sahibi bir ejderha olduğunu da
unutmayalım. Bu kudretli genç hükümdarın ilk kurbanı Topal Recep
Paşa oldu. Sultan İbrahim, yalancılık töhmetiyle Yusuf Paşa’yı
katlettirdi.
GİZLEMESİ ÜRKÜTÜRDÜ
Yalan, bir kapris değildir;
ürkütücü bir olay ve gelişmedir. Hiçbir suç, ne liyakatsizlik, ne de rüşvet,
tahtın sahibini, olayları gizleyen, işlemlerini kendi başına yapan vezir-i azam
kadar ürkütür. Öte yandan ne 18’inci yüzyıl sonuna kadar ne de Tanzimat
Dönemi’nde sadrazamlar, padişah karşısında işlemleri devamlı denetlenen ve de
kararları tasdik edilmeyen yüksek görevliler olarak muamele gördüler.
Tanzimat’ın başvezirleri, Bâb-ı Âli diktatörleriydiler. Genç Abdülmecid
Han -bu sistemiKraliçe Victoria kadar gönülden kabul etmiş görünüyor-
zeki bir hükümdardı. Sultan Abdülaziz, diktatör eğilimlerine rağmen Mehmet
Emin Ali Paşa ve Keçecizade Fuat Paşa’nın kararlarına temelden
müdahale etmemiştir. Hatta ‘müstebit’ dediğimiz II. Abdülhamid Han, Said
Paşa veKamil Paşa ile devamlı çekişmesine rağmen, sadaret makamına
karşı bir yerde ölçülü hareket etmiştir. Tunuslu Hayreddin Paşa Bâb-ı
Âli’nin hâkimiyetine karşı Yıldız Sarayı’nı güçlendirmeye çalışan II.
Abdülhamid’i alenen tenkit ederek istifa etti. Bu dönemin ünlü bilgin ve
münevveri Müşir Ahmet Cevat Paşa’nın sadareti de benzer neden ve tavırla
sona erdi.
İlber Ortaylı
(Hürriyet, 15.05.2016)
Yorumlar
Yorum Gönder